Kürtlerin Amerika kıtasına göçünün ülkelere göre dağılımı nasıl? Kürtler en fazla hangi ülkelere ve eyaletlere yerleşmişler?
Kürtler Amerika kıtasının hemen hemen her yerinde var. Sayıları tam bilinmiyor. Ama en çok ses çıkaranlar Amerika ve Kanada da oldukları için biz onları biraz daha iyi tanıyoruz. Amerika için verilen rakam genellikle 50 bindir. Kanada için 30 bin.
Tekrarlamakta yarar var: bunlar tahmini rakamlardır.
Sebebine gelince, Kürtler buraya başka halkların pasaportları ile geldikleri için bazen kayıtlara Türk, Arap veya Fars olarak geçerler. Biz bir anlamda bu halkların Amerika’da ki nüfusunu artırıyoruz. Yani Ortadoğu’da ki statüsüzlük buraya da yansıyor.
Amerika’nın kendisini ele aldığımızda, Kürtler genellikle kıyı bölgelerinde yaşıyor. Kaliforniya, Massachusetts, New York, Virginia ve Florida eyaletlerinde Kürtlere veya iş yerlerine rastlamak mümkün.
Niçin bu eyaletler diye sorarsan, cevapları kişiden kişiye değişiyor. Bir genelleme olacak ama kıyılarda büyük şehirler var ve büyük şehirlerde iş bulmak daha kolay.
Aynı durum buraya gelen diğer halklar içinde söz konusu. Amerika’ya göç edenlerin kıyı bölgelerine yerleşmesi, Amerika’nın demografisini de etkiliyor. Örneğin Kaliforniya nüfusunun 27 % başka ülkelerde doğan Amerikalılar oluşturuyor. Sadece Kaliforniya’da, bunların nüfusu 11 milyonu buluyor. Bu 11 milyonun içinde en az on bin Kürt var.
Yani Kaliforniya ebem kuşağına bizde, azda olsa, bir Kürt rengi eklemişiz.
Amerika’daki bir eyalet şimdiye kadar söylediklerime hiç uymuyor. Adı, Tennessee. Amerika haritasının ortasına düşüyor. Orada, daha doğrusu başkentinde, yani Nashvılle’de, bizim kıvanç ile dile getirdiğimiz, “Lıttle Kurdıstan,” yani küçük bir Kürdistan var.
Hatta bir ara bu Küçük Kürdistan’ı anmak için Nashvılle Hava Limanı yetkilileri hava alanının çeşitli yerlerine Kürtçe, “Bı Xer Hatı,” yani Hoş Geldiniz, tabelalarını astılar.
Amerika’da 50 eyalet var. Kürtler Tennessee’yi niye seçmiş sorusunun cevabını tam bilen yok.
Bir rivayet söyle: Amerika Güney Kürtlerinin 1970’lerdekı özgürlük mücadelesini destekledi. Sonra bu fikrinden vaz geçti. Hükûmetin bu iki yüzlülüğüne kızan Kongre üyeleri Başkan Nıxon’ı hiç olmazsa Kürtlerin Amerika’ya göç etmesinde yardımcı olmalarını dayattı. Başkan Nıxon’da dayatılan bu öneriye evet dedi.
Gelen Kürtler Tennessee ve Kaliforniya eyaletlerine yerleştirildi. Tennessee’dekiler daha çok çocuk yapınca, şimdi artık Kürtlerin sevinçle dile getirdiği “Küçük Kürdistan” mahallesi Nashvılle haritasında kendi yerini aldı!
Tennessee aynı zamanda bir şarkıcılar beldesi. Örneğin Taylor Swift’in yıldızı orda parladı.
Darısı bizim başımıza!
Farklı zamanlarda Amerika’ya gelen Kürtler hakkında neler söylemek istersiniz?
Kürtlerin Amerika’yı keşfi 1880’lere tekabül eder. Yanı “Yeni Dünya” denilen kıtaya biz hemen hemen 400 yıl sonra gelmişiz.
İlk gelenler hakkında fazla bilgimiz yok. Ya asimile olup Amerikan mozaiğine karışmışlar ya da geldikleri Osmanlı veya Fars devletlerine geri dönmüşler.
Amerika’da kalanların torunları DNA testleri aracılığı ile Kürtler veya Kürdistan ile olan bağlarını, isteseler, tazeleyebilirler.
Bazıları da Bülent Ecevit gibi hiç Kürtlüklerinin farkına varmadan veya inkâr ederek bu dünyada geberip göç ederler.
Amerikalılar çok kültürlülükten zevk alan bir halktır.
Örneğin, Demokratların başkan adayı, Joe Biden, genellikle, gülümseyerek, ben İrlandalıyım der. Ama Londra’ya veya Paris’e gittiğinde, ben İngiliz’im veya Fransız’ım demesini de ihmal etmez!
Bu üç halktan gelen mazisine saygı duyar. Hiç inkâra gerek görmez.
Türkiye’nin insanları o rahatlığa ne zaman kavuşacak? Binlerce Türkün, on binlerce Kürdün ölmesine gerek var mı? Amerika’nın İrlandalısı ile Amerika’nın Fransız’ı Amerika’yı paylaşabiliyorsa, neden Türkiye’deki Türk ile Türkiye’deki Kürt Türkiye’yi paylaşamasın?
Başka bir örnek, Amerika’nın en büyük ikinci firması Apple’dır. Kurucusunun adı Steve Jobs’dır. Babası Suriye asıllı bir Arap öğrenciydi. Çocuğunu, kız arkadaşının rızasıyla, Amerikalı bir aileye evlatlık olarak verdi.
Küçük Steve’ı bir Ermeni anne büyüttü. Ona hem İngilizce ve hem de Ermenice öğretti.
Demek istediğim, Amerika’da böylesi kozmopolit insanlara sık sık rastlanılır. Bir gün, Thomas adında bir Kürt ile tanışırsanız, şaşmanıza gerek yok. Geçmişinde, Steve Jobs gibi, bir bilimsel devrime imza atmışsa, o zaman sizde/bizde bir Amerikalı Thomas’ımız var der ve gurur duyarız!
Tıpkı Kenyalıların Obama’dan duydukları gurur gibi.
Kürtlerin Amerika’yı ikinci keşfi 1970lere tekabül eder. Yanı Irak Kürdistanındaki devrim hareketinin yenilgiye uğraması ile başlar.
Ortadoğu’da en çok Kürtler Türkiye Kürdistan’ında yasıyorsa, Amerika’daki Kürtlerin büyük bir çoğunluğu Irak Kürdistan’ından gelmedir.
Fıdel Kastronun meşhur bir sözü vardır. “Damarlarında devrim kanı taşımayanlar soluğu Amerika’da alır.” Bizim devrimcilerimiz, maalesef, yenildikten sonra, soluklarını önce Iran’da, sonra Amerika’da, aldılar.
Bazıları yerleşip kök salmışlar. Çocuk ve hatta torun sahibi olmuşlar. Bazıları ise hiç Kürdistan’ı unutmamışlar. Saddam kaçtıktan sonra eski köylerine veya güney Kürdistan’ın büyüyen şehirlerine yerleşmek için geri dönmüşler.
Birde Kürdistan’ın kuzeyinden, doğusundan ve son zamanlarda batısından gelen Kürtler var. Bunların büyük bir kısmı buraya öğrenci veya ziyaretçi olarak geldikten sonra kalmışlar. İşçi olarak gelenlerin sayısı çok az.
Kürtler arası ilişkiler nasıldır? Kürdistan’daki partilerin Kürtler üzerinde olumlu veya olumsuz etkileri hakkında ne dersiniz?
Bir İngiliz tarihçi, Thomas Babıngton Macaulay, şöyle der: “Zorunluklar insanı bir araya getirir; zenginlikler insanı birbirinden uzaklaştırır.”
Kürtler içinde geçerlidir bu söz. Tarihimizin sıkıntılı bir döneminden geçiyoruz. Bu sıkıntıların dayattığı bir araya gelmeyi/dayanışmayı yasıyoruz. Acıdır ama, Kürt liderlerinin yapamadığını, biz bu sıralar, bizden nefret edenlerin aracılığı ile yapıyoruz.
Aynısı, maalesef, diğer halklar içinde söz konusudur.
Örneğin, Israil’in kurulusunda Hitler’in rolü Siyonistlerin rolünden daha büyüktür.
Bizim şimdiye kadar yaptığımız dayanışma toplantıları bize, hala, çoğumuzun istediği bir statüyü, bağımsız bir Kürdistan’ı, kazandırmamıştır.
Sebebinin özünde iki kelimelik bir söz yatmaktadır: siyasi kültür. Bir Kürdün siyasi kültür seviyesi ile bir Alman’ın siyasi kültür seviyesi arasında denizler büyüklüğünde bir fark vardır. Bizim bu yolda yaşadığımız sıkıntılar bizim bu kültürü (siyasi) tam olarak benimsemediğimizden kaynaklanmaktadır.
Örneğin, Kürtlerin demokrasi anlayışı, Türklerin demokrasi anlayışı gibi, bir öğretmen/öğrenci ilişkisine benziyor. Dayatılan şudur: Öğretmen çok bilir; daha az bilen öğrencilerini yönlendirmekten sorumludur.
Batıdaki anlayış biraz daha farklıdır. Amaç çok bilen ile az bileni farklı kategorilere koyup birini diğerinin sorumlu su yapmak değildir. Amaç her seçmenin kendi kaderini kendi tayin etme hakkını istisnasız tatbikata koyma meselesidir.
Amerika’nın 16. Cumhurbaşkanı Abraham Lincoln bunu söyle dile getirir: “İnsanların kendini yönetmesi insanların iyi yönetilmesinden daha iyidir.”
Bu söze inanıp tatbikata koyan kaç Kürt veya Türk siyasetçimiz var?
Bugünün Kuzey ve Güney Kore ülkeleri Lincoln’ının ne demek istediğinin en barız örneklerini temsil eder. Birincisinde, her şeyi bilen bir şahıs, her şey için karar verir; diğerinde, 43 milyonluk bir seçmen kitlesi, dört yılda bir, siyasi liderlerini belirler.
Bu seçilmiş liderler seçmenlerin iradesine saygıyı ihmal ederse şayet, seçmen sokağa dökülme hakkını kendinde saklar.
Ortadoğu’nun önünü açmak isteyen her siyasetçinin mümkünse bu iki ülkeyi ziyaret etmesini, yapamıyorsa eğer, özenle incelemesini tavsiye ederim.
Ortadoğu’daki partilerin büyük bir çoğunluğu hala öğretmen/öğrenci ikileminden kurtulmamıştır. Böylesi bir siyaset tarzı Amerika da büyüyen Kürt gençlerini tatmin etmez. Nesiller arası kopuşa yol açabilir.
Kürtler ve Amerika—birbirleri ile uyumları nasıl?
New York şehrinin en meşhur pizzacılarından biri Kürt’tür desem belki inanmazsınız veya gülersiniz. Dahası, Boston’daki Kürt iş yerlerinin büyük çoğunluğu Pizza salonlarıdır. Daha da önemlisi, San Francisco İtalya yemeği servis yapan Kürt lokantalarının başkenti sayılır.
New York’lu pizzacı aslen Amed’lidir. Adı Hakkı Akdeniz’dir.
Acaba Kürdistan tüm aşçılarını Amerika’ya mı gönderiyor diye sorarsan, sormana gerek yok, asıl sorun İngilizce bilmeme sorunudur.
Bir örnek vereyim. Geçenlerde eski Amerikan savunma bakanı, Leon Penatta’nın hayat hikâyesini okudum. Babası genç yasta İtalya’dan Amerika’ya göç etmiş. Leon Penatta 1938’de Kaliforniya’da doğmuş. Babasının İtalyan lokantasında garsonluk yapmış. Ailenin ilk üniversite bitiren çocuğu olmuş.
Önce Kongre üyesi, sonra savunma bakanı olarak Obama döneminde görev almış.
Yanı Baba Penatta biraz para biriktirdikten sonra, tıpkı bizim Kürt iş adamları gibi, lokantacılık yapıp ailesinin geleceğini güven altına almış.
Penatta’nın bu günkü hayat hikayesini bir gün Tennessee eyaletinde doğan bir Kürt genci ’de tekrarlayabilir. Amerikalılar güzel bir sözde bulmuşlar böylesine kendilerini devamlı yenileyenlere: Amerikan Rüyası sevdalısı.
Genelde, İlk nesil geceli gündüzlü çalışır. Çocuklarını üniversiteye gönderir. Emeklilik yıllarında, lokantasını yeni gelen göçmenlere, örneğin bizim Kürtlere, satar ve oğlunun veya kızının kendisine aldığı yazlıkta kalan yıllarını geçirir.
Ama devamlı yenileşmeyi herkes beceremiyor maalesef.
Bir örnek daha vereyim. Bir gün bir Amerikalı gazeteci aradı beni. Kürtlerde kadın cinayeti yaygın mı diye sordu. Neden böyle bir soru soruyorsun deyince, bir Kürt baba kızını öldürmekle suçlanıyor dedi. Onun hakkında bir yazı yazıyorum dedi.
Keşke yer yarılıp içine girseydim düşüncesi aklımdan geçmedi desem yalan olur.
Özetlersem, bu Kürt baba kızının siyah bir genç ile dışarı çıkmasına karşı çıkmış. Kürt kızı babasını takmamış. Babası kendilerini bir daha birlikte görünce, cinayetini işlemiş.
Amerika’ya uyumda zorlanan bu Kürt baba, hala, büyük bir ihtimalle, Amerikan hapishanelerinde yatmaktadır.
Kürtlerin Kurumları ile olan ilişkileri nasıl?
Kurumlar önemli. Daha da önemlisi o kurumlarda çalışan insanların kalitesidir. Paran varsa uçak bile alabilirsin. Pilotlukta zorlanırsan, uçağın sana fazla faydası olmaz. Senin ölümüne bile sebep olabilir.
Kürtler Amerika’da diğer gruplara nazaran yeni. Kurumları da öyle. O kurumlarda çalışanlar da aynı. İngilizcede “dısposable ıncome” diye bir kavram vardır. Türkçesi, harcanabilir gelir. Yanı aylık veya yıllık zaruri masraflardan arta kalan para.
Harcanabilir gelir ve sosyal sermaye (socıal capıtal) bir araya gelirse kurumlar daha verimli olur. Biz her iki konuda da zorlanıyoruz. Ama her iki alanda da büyük mesafeler kat ediyoruz.
Anlayacağın, ben iyimserim. Bizimde bir gün Leon Penatta çapında insanlarımız olacak. Olmaması için hiçbir sebep yoktur.
Bu günlerde Kurt kurumlarında çalışan bir düzineye yakın insan kapasitesinden bahsedebiliriz. Aslında harcanabilir gelirimiz yüksek olsaydı, bu rakamı iki veya üç misline çıkarabilirdik.
İştahımız iyi. Rüyalarımız büyük. Yarın öbür gün imkânlarımız da olacak. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Kürtler, uyanan bir halk, ışık tarlalarında yürümesine başlayan bir topluluk. Diğer halklar gibi o da tökezleyecektir. Ama nihayetinde o da özgürlüğünü tadacaktır.
Yani, başarmak sadece bir halkın tekelinde değil; şartlarını yerine getirirsen senin de alın yazın olabilir.
Bizim Amerika’daki kurumlarımıza gelirsek, en önde Kürdistan Bölgesel Yönetiminin ofisi geliyor. Bir nevi Elçilik görevini yapıyor. Ama Kürtleri bir araya getirmeyi de aksatmıyor.
Amerika’daki her Kürt göle atılan bir taş gibidir. İngilizceye hâkim olanın etkisi daha da fazladır. İngilizce bilmeyen bile, ben Kürdüm diyorsa, Amerika’yı Kürt realitesi ile tanıştırıyor demektir.
Amerika sadece başkent Washington değildir. Kürtlerin Amerikalıları tanıması, Amerikalıların Kürtleri bilmesi, diğer halklarda olduğu gibi, iki halkın birbiriyle olan dostluk bağlarını pekiştirir. Önemli bir misyondur.
Kürtler Amerika’da etkili olabilmişler mi—bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Bu sorunun muhatabı Almanya’daki Kürtler olmalı! 60 yıla yakın bir süredir Elısabeth ve Hans’ı yakından izliyorlar. Okullarında eğitim görüyorlar. Seçimlerinde oy veriyorlar. Dünyaya örnek olabilecek disiplinleriyle haşır neşir oluyorlar. Dillerini konuşuyorlar. Ben, şahsen, Kürt ve Nobel ödülü ikilemini aynı cümlede okumak istiyorum! Bunu rakamları bir milyona varan Almanya da büyüyen Kürtlerimizden bekliyorum. Doğrusu, fazla beklemekte istemiyorum!
Amerika’ya gelirsek, Kürtlerin iki dezavantajı var. Yeniyiz. Sayımız az.
Buna rağmen, tekrar gibi oluyor ama, kendilerini yenileyen, engellerde bir fırsat ariyan ve yasaklar dan hiç haberi olmayan bir nesil büyüyor Amerika’da.
Bence bu nesil kendi çapında hem Amerika’yı ve hem de Kürdistan’ı değiştirecek. Annelerine ve babalarına uygulanan Zilanı, Dersimi, Mahabadı ve Halepçeyi unutmayarak bu görevini yapacak. Özgürlüklerin sınırlarını genişletecek. Bunları sadece ailesinden aldığı bilgi için değil, aynı zamanda Amerika’da öğrendikleri için, içinden geldiği ve içinde büyüdüğü halklar için, yapacak.
Amerikalıların tanıdığı Kürtler var mı?
Amerikalıların bildiği iki ünlü Kürt var. Biri, kuzeyli, Hamdı Ulukaya’dır; diğeri, güneyli, Nadıa Murad’tır.
Sanırım bu şahısları bilmeyen Kürt yoktur. Şayet varsa, birincisi Amerika’da yoğurt yapıp-satarak milyarder olan ilk Kürt’tür. İkincisi esir düşmüş seks kölesi olmuş ama özgürlüğüne kavuşmuş ve kavuştuktan sonra esir kalan Yezidi halkının özgürlüğü için kampanyalar yürütürken Nobel Barış Ödülüne layık görülen bir Kürt’tür.
Hamdı Ulukaya’yı sevenler listesinde mülteciler, Kürtler, Türkler ve Amerika’ya yeni göç edenler vardır. Dil konusunda sıkıntı çeken son gruba fabrikalarında öncelikli iş verdiği için basında sık sık övülür. Suriyeli göçmenlere yardım ettiği de bu haberlerde geçmiştir.
Obama ile görüştüğünü biliyorum. Trump ile aynı bağı kurabilmiş mi bilmiyorum.
Nadıa Murad Şengal asıllıdır.
Amerikan Cumhurbaşkanı Donald Trump ile görüşen ilk Kürt bayandır. Kürdistan, Almanya ve Amerika da yaşamaktadır.
Kürtlerin Amerika’daki imajı nasıldır?
Amerikan halkı Kürt halkını Ekim 2014 yılında keşfetti desem yanlış olmaz sanırım. Kürtlerin su gibi kan döktüğü o ayda, İslam Devleti militanları Kobanê’yi çembere almıştı. Halk Koruma Birlikleri (YPG) militanları ile ev ev dövüşüyorlardı. Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry direncin beyhude olduğu söylüyor ve Amerika’nın İslam Devleti militanları ile, Kobanê’de değil, başka alanlarda savaşacağını duyuruyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise aynı şeyin birinci bölümünü meydanlardan bağırıyordu. Kürtlerin değil, İslam Devleti militanlarının kazanmasını istiyordu.
Ama Pentagon, bütün bu söylenenlerin aksine savaşı yakından takip ediyor ve direncin boyutlarını gördükçe Kurt savaşçılarına yardımın Amerika’ya yararına oldugunun farkına vardı. Beyaz Sarayı ikna edip YPG savaşçılarına yardım etme kararını 19 Ekim’de aldı. O gün, Rojava Kürtleri ve Amerika—tarihlerinin ilk resmi ilişkisini başlattı.
Amerika teknik gücüyle, Kürtler öz verileri ile—saat gibi çalışan bir ekip oluşturup İslam Devletinin sonunu getirdiler.
Bütün dünya derin bir nefes aldı desem yanlış olmaz her halde.
Bu arada Amerikan basını Kürt savaşçılarını öven yazılara yer verdi. Sanki yakın dostları Fransızları ve Almanları konuşuyormuşçasına Kürtleri konuştu. Kürtler Amerikan seçimlerinin konusu oldu. Amerikan güvenliği ve Batı güvenliği ve Kürt savaşçıları aynı cümlelerde anıldı.
Amerikan halkı Kürt halkı ile 2014 yılında tanışırken, Kürtlerin Amerika’yı siyasi anlamda tanıması daha eskilere gidiyor. 1970’lerde güney Kürtleri Nıxon hükûmeti ile ilişkiye geçmişti. Amerika’nın Vietnam da yasadığı hezimetleri Kürdistan da emperyalist Irak’a karşı başarıya çevirmesini istemişti.
Amerikan hükûmetinin İsrail ile olan ilişkisi, Arap dünyası ile olan bağları ve Iran Şahı ile olan yakın dostluğu Kürtlerin böylesi bir dileğine imkân vermemişti. Ama Kürtler bu büyük resmi görmedikleri için, Dışişleri Bakanı Kissinger tarafında oyuna getirilip, bir mutlak yenilgi ile baş başa bırakılacaklardı.
Kuzey Kürtleri, güney Kürtlerinin aksine, Amerika’yı hedeflerine koydular. Amerika’yı hedef alan bir siyasi mücadele Amerika’nın gözünden kaçamazdı ve kaçmadı. Eline fırsat düşünce, Sayın Öcalan’ı Türkiye’ye “hediye” edip onu düşman ilan edenlerin çalışma alanını daralttı.
Kürtlerin varoluş mücadelesi uzak halklar ile değil yakın komşuları iledir. Amerika ve Avrupa düşmanlığı Kürtlere yararının aksine düşmanlarının ekmeğine yağ sürmüştür.
Doğrudur Demokrattık Birlik Partisi’nin (PYD) solculuğu dünyanın çeşitli ülkelerinden YPG’nin saflarına savaşçı kazandırmıştır. Ama bu dayanışmanın dünyanın kaderini ellerinde tutan ülkelerin yöneticilerini pozitif etkilediğini söylemek saflıktır.
Nitekim Erdoğan Trump’ın solculara olan alerjisini bildiği için Amerika ile Kürtler arasında Ekim 2019 depremini yasatmıştır. Gre Spi ve Seré Kaniye arası bölge kendisine hediye olarak verilmiştir.
Kürtlerin lobisi var mıdır? Yahudi, Rum, Ermeni lobileri ile karşılaştırmak mümkünmüdür?
Amerika’da altı milyona yakın bir Yahudi kitlesinden söz edilir. Rumların nüfusu 1,5 milyondur denilir. Yarım milyona yakın da Ermeni vardır.
Bu halkların lobilerini düşündüğümüzde, bu rakamlara bu halkların Amerika’ya geliş tarihlerini de eklememiz gerekir. Avrupa’dan getirdikleri veya burada ekledikleri eğitim düzeylerini de unutmamız lazım.
Aklıma Aristo’nun bir sözü geliyor, “Eşitsizliğin en kötüsü eşit olmayan şeylere eşittirler demektir.”
Bazı toplumlarda bu eşitsizlik kanunlara işlemiş ve ancak kanlı bir devrim ile eşit olmayanlar eşitliklerine kavuşur.
Daha güzeli Mahatma Gandhi’nin yaptığı devamlı/teneffüs süz sivil itaatsizlikler sonucu hukuki eşitlilik kuralını elde etmektir.
Amerika gibi batılı ülkelerin içindeki eşitsizlikleri sınırlandırmak için yasalar önünde herkesi eşit gören anayasal bir sistem vardır.
Örneğin Amerikan Kongresinin kapıları herkese açıktır. O kongrede görev yapan milletvekillerinin büyük bir çoğunluğu avukattır. Argümandan zevk alan ınsanlardır.
Örneğin, kapılarını çalan bir Kürdün yaptığı argümanı bir başkası boş çıkarmak isteyebilir. Sonuç güçler dengesini yansıtır.
Lobicilik bir sanattır. Sanat ustalık ile eş anlamlıdır. Picasso’nun sanatın ne demek olduğunu dile getiren güzel bir hikâyesi vardır.
Önlü ressam bir gün Paris caddelerinde gezmektedir. Hayranı olan bir bayan ile yüz yüze gelir. Fransız bayan İspanyol ressamdan bir portre rica eder. Picasso’nun meşgulüm mazeretine kabul etmez. Randevu alıp stüdyosuna gider.
Picasso kendisi için sadelikten yana bir portre çizer. Ücreti için 500 franc ister.
Genç bayan fiyatın pahalılığından yakınır. Bir saatini bile almadı diye ekler.
Öyle değil der Picasso. 30 yıl artı bir saatimi verdim portrenize.
Yanı lobicilik te biraz böyle. Zaman, özen, inanç ve hem de deliliğe benzer bir azim gerektirir öğrencisinde.
Kürtlerin lobicilikte Picasso ruhunu andıran öğrencileri olursa meşhur Yahudi lobilerini gölgede bırakabilirler! Bir gün önce bunu başarırlarsa, bir gün önce çocuklarına daha özgür bir hayat hediye ederler!
Yani hayatta kestirme diye bir şey yoktur. Hiç kimse yürümek ile aya varmamıştır.
Amerika Kürtleri okuyabiliyor mu; isteklerini duyuyor mu?
Asıl soru Kürtler Amerika’yı nasıl okuyor olmalı. Amerika Kürtleri yanlış okursa bile, Kürtler Amerika’ya zarar veremez; verse bile, daha ağır bir fiyatla karşılığını alırlar.
Amerika’nın güçlülüğü veya Kürtlerin güçsüzlüğü alın yazısı değildir. Küçük ve güçsüz halkların büyük ve güçlü halkları tanıması varoluş ile bağlantılıdır.
Bu varoluş meselesine Almanların “zeıtgeıst” dediği çok anlamlı bir kelimeyi de eklemememiz lazım.
Dünyaya hakım olan havayı yakalamak anlamına geliyor Alman kelime.
Romalı General Pompey’e atfedilen bir sözü hatırlamamızda yarar vardır. “İnsanlar doğan güneşe tapar.” Dünya’dakı rüzgâr çok partililiği, kanunlar önünde eşitliliği, fikir özgürlüğünü benimseyen toplumlardan yana esiyor.
Onlar ilerliyor; aksini dayatanlar yerinde sayıyor.
Kuzey Kürtlerinin dayattığı Doğu Almanya’daki sisteme benziyor. Eğer o sistem o kadar iyi olsaydı içinde büyüyen Almanların Batı Almanya’ya sığınmasının sebebi neydi?
Biliyoruz ki Kürtlerin özgürlüğe ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı bütün Kürtler için en iyi kim temsil ediyor ve söylenilenler dünya’daki başarılı pratiklere uyuyor mu?
Biliyoruz ki Kürtlerin güvenliğe ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı bütün Kürtler için en iyi kim savunuyor veya o yönlü ürettiği projeler Kurt halkının büyük bir çoğunluğunu ikna edebiliyor mu?
Tüm bunları dile getırırken, şu eksikliği hatırlamamızda fayda vardır: bütün bunlar özgür olmayan bir Ortadoğu’da cereyan ediyor.
Kürtler de bu dünyada yasayan diğer insanlar gibi doğru ile yanlış arasında bir seçim yapacak. Ya özgür ve güvenlikte veya başkasının emrinde ve güvensiz olarak yaşamlarına devam edecektir.
Kürtler Amerika’da ne yapabilir?
Kürtlerin her şeyden önce Amerika’yı tanımalarını isterim. Örneğin, Türkleri, Arapları ve Farsları bildikleri gibi. Hatta mümkünse daha iyi.
Bir şey daha ekleyeyim: Yarın aniden Türkler, Araplar ve Farslar dünyadan yok olsa, doğrudur Kürtler bağımsız olur, ama dünya biliminde veya edebiyatından fark edilecek kadar bir düşüş görülmez.
Ama dünya tükenişinde büyük bir düşüklük yaşanır.
Ama Amerikalılar yok olsa, doğrudur Filistinlilerin ülke olma şansları yükselir, Internet gibi icatlar çok daha uzun bir zaman alır. Kanser ile olan savaşta ciddi aksamalar yaşanır. Dünyanın izlediği filmlerde büyük bir düşüş olur.
Amerika’sı olmayan bir dünya İstanbul’u olmayan bir Türkiye gibi olur.
Yanı Amerikalıları bilmek—Kürtler için—Türkleri, Arapları ve Farsları bilmekten daha yararlıdır.
Bunu yaparken bir kitap ile değil, bir film ile değil, hele hele Cumhuriyet yazarı Işıl Özgentürk’ün meşhur ettiği laf, “bölgeyi çok iyi bilen” bir insanın aracılığı ile hiç değil, ama Amerikalıların tarihini ve edebiyatını okuyarak, şartlar el veriyorsa, ülkelerini ziyaret edip gezerek, dilini konuşuyorsan, insanları ile önyargısız sohbet ederek Amerikalıları tanımak mümkün.
Türkiyeli yazar Yasar Kemal’in dostu James Baldwin’ın bir sözü vardır, “Amerikalı beyazlar siyahları tanımazlar. Ama her siyah beyazları çok iyi tanır. Tanımak zorundadır. Çünkü varoluşu onların elindedir,” der.
Aynı şeyi biz Kürtler, farkındaysak eğer, komsularımız içinde söylemek zorundayız.
Sevsekte sevmesekte içinde doğduğumuz dünya bize Türkleri, Arapları, Farsları ve Amerikalıları ev ödevi olarak vermiş.
Bunları tanıyıp bilmekte yarar vardır; bunlarla yetinmemiz lazım, dünyayı tanımamız lazım.
Bugün Kürdistan dağlarının arkasında olanlar Kürdistan dağlarının önünde olanlardan, yanı bizim çıplak gözlerimiz ile gördüklerimizden, çok daha önemlidir.
Bize dağların arkasını gören insanlar lazım.
Çok sevdiğim şair Sophocles’ın bır sözüyle bitirmek istiyorum: “Ben, hilesiz bir insanın (ruhun) milyonları sadeleştirebileceğine inananlardanım.” İngilizcesi ile, “I believe a good, pure soul can purify millions.”
Yani Tolstoy, Gandhi ve Martın Luther King gibi insanların.
Musa Orhan gibi komşularımızın canavarlaşmaması için; İpek Er gibi kızlarımızın yaşayabilmesi için.
Ruken Hatun Turhalli @varuna1974
Kanı Xulam @AKINinfo
Bu röportajın redakte edilmiş versiyonu ilk olarak Basnews web sitesinde yayınlandı.
0 Comments